haber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
haber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2009 Pazar

İletişim Tasarım Laboratuvarına Hoş Geldiniz

Blog sayfamın Google Analytics değerlerinden bir görüntü.
Ziyaretçi sayım düşüşte :(

Bu günlerde, Beykent Üniversitesi, İletişim Tasarım Bölümü 3. sınıf öğrencileri arasında, bir blog yarışması yapılıyor.
Bager Akbay
hocamızın önderliğinde, final projesi olarak hepimiz bir blog sayfası açtık. Bu proje genel olarak 3 bölümden oluşuyor:
1-Yaptığımız reklam ve kampanyalarla maksimum sayıda kullanıcının blog sayfamızı ziyaret etmesi.
2-Blog sayfamızın oluşturulması ve proje sürecinin içinde, tüm yaptıklarımızın ayrıntılı bir şekilde raporlanması.
3-Bager hocamızında olduğu, bir jüri karşısında (müşteriler) blogumuzun pazarlamasını ve raporun sunumunu yapmamız.

Bu projenin amacı, bir iletişimci olarak, sayfamızın içeriğini oluşturmamız, internet, birebir ilişkiler ve kullanıcılarla en iyi etkileşimi sağlayıp, blogumuzun okunmasını sağlamak.
Bir tasarımcı olarak ise, görsel ve bağlantı özellikleri ile ziyaretçilere en iyi kullanıcı deneyimini yaşatmaktır. Aslında Bager hocanın asıl hedefi, blog sayfamız aracılığıyla gerçek sektörün içersine girmemiz ve iyisiyle kötüsüyle sektörde neler olup bittiğini farkına varmamız. Bu proje, mezun olduğumuzda, gerçek iş ortamının okuldan farklı ve zor olduğunu analiz etmemiz için çok güzel bir fırsattır. En önemlisi, proje sürecinde bir çok olumlu yada olumsuz deneyim yaşamaktayız. Sınıfça hepimiz sabahlara kadar bilgisayar başında araştırmalar yapıyor, iyi içerik çıkarmak için çalışıyor, eleştiriler alıyor, kimi zaman çok mutlu edici deneyimler yaşıyor, kimi zamanda çıldırma noktasına geliyoruz:)
Fakat Bager hocamızla, içinde bulunduğumuz bu deney ortamında, hepimizin bilgisinin arttığına ve olaylara bakış açımızın oldukça genişlediğine inanıyorum. Ayrıca blogumuzun hit almasını arttırmak için yaptığımız araştırmalarla küçük çapta bir “SEO” eğitimide aldık:)
Tüm bu yaptığımız proje ve ödevlerin gerçek amacı, Bager hocanın, bizlerin “Sosyal Medya” alanında profesyonel kişiler olmamızı sağlamaya çalışmasıdır. Bilindiği gibi geleneksel medya, tv, sinema, radyo, gazete, dergi ve bunun gibi araçlardan oluşur. Sosyal medya ise, bloglar, online chat, RSS, sosyal ağalar, sosyal imleme siteleri, forumlar, video-foto paylaşım siteleri, sanal dünyalar, wikiler gibi araçlardan oluşmaktadır. Ve artık günümüzde sosyal medya, geleneksel medyanın yerini almaktadır. Nedeni ise sosyal medyanın, kurumsal kontrol yerine, müşteri kontrolünü ön plana çıkartmasıdır. Şu anda birçoğumuz farkında olmasakta sosyal medya, yaşamımızın içindeki her şeyin tüketiciler, yani bizler tarafından yönlendirilmesini sağlamaktadır. Bizler birer iletişim tasarımcı olarak çok şanslıyız. Çünkü şu anda yaptığımız projelerle, önümüzdeki yıllarda iletişim sektörünü yönlendirecek olan “sosyal medya”nın altyapısını ve püf noktalarını öğreniyoruz.
Aşağıda blog yarışmasında ki herkesin adresi var, bir göz atmanızı öneririm.

http://iksirlipasta.blogspot.com/
http://onurtombuloglu.blogspot.com/
http://ecuk-ecuk.blogspot.com/
http://volkanoksuz.blogspot.com/
http://bencebenimce.blogspot.com/
http://atlblgl.blogspot.com/
http://sibel-savaskan.blogspot.com/
http://yigittumsek-yigit.blogspot.com/
http://bca55.blogspot.com/
http://esmasumer.blogspot.com/
http://ezgi3d.blogspot.com/
http://pnypny.blogspot.com/
http://mervekrd-eurovision2009infotechnology.blogspot.com/
http://mujdesin.blogspot.com/
http://serpilbakir.blogspot.com/
http://birdebunabak.blogspot.com/
http://wolfadammali.blogspot.com/
http://deryacakr.blogspot.com/
http://gokhankilicak-gokhan.blogspot.com/
http://www.filekira.blogspot.com/
http://seyhanbozdag.blogspot.com/
http://dikci.blogspot.com/
http://goksuongoren.blogspot.com/
http://tgc-tgctgc.blogspot.com/
http://seherbozdag-wwwilginchabercom.blogspot.com/

21 Ocak 2009 Çarşamba

Altınla oynayan Afrikalı çocuklar

Cumhuriyet gazetesi, Pazar ekinde yayınlanan yazım.

Senegal'deki maden ocaklarında 250 binden fazla çocuk günbatımından şafağa kadar çalıştırılıyor. Aralarında dört yaşındakiler de var. Bedenlerine işleyen cıva, onlar için bir gelecek olmadığını belgeliyor. Aldıkları ücret ise birkaç doları geçmiyor.

Afrika’daki yoksul ülkelerde, her gün insanlar açlık, hastalık ya da savaş gibi büyük sorunlarla yaşamlarını sürdürmeye çalışırken kıtanın batısında Senegal’deki maden ocaklarında da başka bir insanlık dramı yaşanıyor. Aslında farkında olmadan birçok insanın hayatı Afrikalı çocuklarla kesişiyor. Örneğin, parmağınıza taktığınız yüzükte, altın kaplama bir kalem ile yazı yazarken ya da portföyünüzdeki yatırımlarınızda, bu çocukları hissedebilirsiniz. Bu konuyla ilgili İtalyan gazetesi La Repubblica’da çalışan gazeteciler Rukmini Callimachi ve Bradley Klapper, Senegal’de bir senede, üç şehir ve altı maden ocağını ziyaret ettiler. Gittikleri yerlerde, altın rezervlerinde çalışan küçük yaştaki işçi çocukların dramıyla ilgili haber yaptılar.

Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Senegal’de geniş ovalarda, verimleri yüksek altın madenleri bulunuyor. Sayıları yüzlerce olan bu madenlerde binlerce, bazıları dört yaşında küçük çocuk, çok tehlikeli ve kötü şartlarda çalıştırılıyor. Çocukların elleri, madenlerde altın çıkarırken, ciddi şekilde civaya maruz kalıyor. Civa uzun vadede beyinde ölümcül hasarlar oluşturuyor, tümör, körlük, böbrek hastalığı ve konuşma bozukluğuna da neden oluyor.

Maden ocakları toprak üzerinde çok küçük delikler halinde bulunuyor. Bu deliklerden Afrika ve Asya’da milyonlarca var. Birleşmiş Milletler’in raporuna göre dünyadaki altının beşte biri bu ülkelerdeki maden ocaklarından sağlanıyor. Senegal’de çocukların çıkardıkları altınlar ilk olarak bölgedeki tüccarlar tarafından satın alınıyor. Daha sonra Mali şehrine yollanıyor ve buradan da uluslararası piyasaya girmesi için İsviçre’ye gönderiliyor.

On iki yaşındaki Saliou Diallo bu çocuklardan biri. Saliou ve arkadaşları üç yıl önce bölgede bulunan tek öğretmenin gitmesi ve aşırı yoksulluk sonucu, okulu bıraktılar. Çocuklar Gine şehrinde aileleriyle birlikte çamurdan yapılmış kulübelerde yaşıyorlardı. Senegal’deki bir maden ocağından bölgeye gelen yetkili, çocuklara “paranın toprağın altında gömülü” olduğu maden ocaklarına götürmeyi ve karşılığında günlük iki dolar ödemeyi teklif etti. Birkaç gün sonra Saliou, arkadaşları ve beraberlerindeki yüzlerce çocuk, evlerinden çok uzaktaki maden ocaklarının bulunduğu “Tenkoto” adlı bölgeye doğru yürüyüşe geçtiler. Yürüyüş bir hafta sürdü.

Çocuklar bölgede, kuru otlardan yapılmış kulübelerde uyuyorlar. Soliou her gece yatmadan önce Kuran’dan birkaç ayet hatırlamaya çalışıyor. Bu yaptığının onu tehlikelerden koruyacağı söylenmiş. Çocuklar her gün güneş doğmadan, ellerinde çekiçlerle yaklaşık on kilometrelik yolu yürüyorlar. Çalıştıkları bölgedeki toprak zaten elekten geçirilmiş fakat onlar yine de altın bulabilmek için toprağı tekrar tekrar kazıyorlar. İşleri bittikten sonra ellerini plastik bir kabın içinde temizliyorlar. Bu sırada kabın içinde çok miktarda cıva birikiyor.

Saliou ve arkadaşları Tenkoto’dan altı ay sonra ayrıldılar. Altının çıktığı yerler takip edilerek, bir madenden diğerine götürüldüler. Yine on gün boyunca yürüyerek “Hamdalaye” adlı bölgeye getirildiler. Altı aylık iş sonunda, Saliou 40 dolar aldı, oysa işe başlarken 360 dolar alacağı söylenmişti. Saliou itiraf ediyor “Açlıktan ölmemek için çalışıyorum. Benim sadece tek bir hayalim var: Bir gün altından yapılmış küçük bir eşyaya sahip olmak”.

(Rukmini Callimachi ve Bradley S. Klapper’ın LA Repubblica’da yayımlanan yazısından derlenmiştir.)

Cumhuriyet Dergi orjinal link:
http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=3620

Organik yiyecekler sanıldığı kadar sağlıklı değil

Cumhuriyet gazetesi çeviri servisinde hazırladığım yazıdan
CNN

Birçoğumuz marketlerdeyken , yemyeşil ve pahalı organik elmalardan mı yoksa geleneksel yöntemlerle yetiştirilmiş elmalarımı almak konusunda tereddütte kalmışızdır.Bu konuda genelde müşteriler daha besleyici olduklarını düşündükleri için organik yiyecekleri tercih ediyor ve bu endüstri günden güne büyüyor.Fakat yeni araştırmalarda, organik yiyeceklerle, geleneksel yetiştirilenler arasında bir fark bulunmadığı belirtildi.Kopenhag Üniversitesi'nin araştırmasında, organik yiyeceklerin, tarım ilacı kullanılarak yetiştirilenlerden daha fazla besleyici olmadığı ortaya koyuldu.Araştırmacılar 5 mahsul üzerinde çalıştı. Bunlar:bezelye, havuç,elma,patates ve karalahana.Bu yiyecekler ilk olarak organik yöntemle daha sonra da tarım ilacı ve kimyasal kullanılarak yetiştirildi.İnceleme sonunda iki tip ekim tarzı arasında bir fark bulunamadı. Araştırma başkanı Dr. Susanne Sügel araştırmalarını "Organik ve geleneksel üretim methodlarındaki farklı ekim sistemleri sanıldığı gibi farklı ürün vermesine neden olmuyor. 5 mahsul üzerinde yaptığımız deneylerde , organik yolla yetiştirilen yiyeceklerle geleneksel yöntemlerle yetiştirilenler arasında büyük ve önemli bir fark yok." şeklinde belirtti. Bu çalışma, Kimyasal Endüstri Birliğinin (SCI) "Yiyecek ve Tarımın Bilimi" adlı gazetesinin son sayısında yayınlandı. Araştırmada , kimyasal tüketiminin sağlığa etkisi ve tarım ilaçları kullanımının geleneksel ve organik yiyecekler üzerindeki karşılaştırmalı değerleri sonucuna dayalı bir kanaatte bulunulmuyor. Çalışma, organik yiyecek satın almanın insanların hayat tarzı seçimi olduğunu savunuyor.Organik tarımdan daha az verim elde edildiği için, bu ürünler piyasada çok daha pahalıya satılıyor.Bu parayı karşılayabilenler, organik yiyecekleri tercih edebilir.Fakat bu durum, geleneksel tarımın düşük kaliteli olduğu anlamına gelmiyor.Ayrıca Londra'daki Kings College Üniversitesi'nden , beslenme ve diyet uzmanı profesör Tom Sanders'da çalışmanın sonucuyla hemfikir olduğunu belirtti.Sanders organik yiyecek endüstrisinin çok büyüdüğünü ve bu sektörün insanlar üzerinden yüksek kazanç sağladığını ifade etti.
Avrupa'da ekolojik tarımın kontrollü üretimi 1930 lu yıllardan sonra yaygınlaşmaya başladı. Daha sonra Çin , Rusya, Hindistan gibi ülkelerde popülerleşmeye başladı ve bu ülkeler şuanda 4,1 milyon hektarlık organik tarım alanına sahip.Hindistan'da , ekolojik tarım en fazla çay ve baharat yetiştirilmesinde kullanılıyor.ABD'de ise bu yıl organik yiyecek satan marketler tam 25 milyar dolarlık bir satış yaptı. Türkiye'de ekolojik tarım hareketini sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmek amacıyla 1992 yılında Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO) kurulmuştur. Bu derneğin aktardığı bilgilere göre , ülkemizde yaklaşık 50 bin hektarlık tarım alanı bulunmaktadır.Türkiye'deki ekolojik ürünlerin başında, kuru ve kurutulmuş meyveler, yaş sebze meyve, tarla bitkileri ve tıbbi bitkiler gelmektedir.
Peki eğer organik tarım ürünleri besin değeri açısından sanıldığı kadar yararlı değilse , çevre için daha iyiler mi? Geleneksel tarım her yıl sera gazı emiliminin %11'ine neden oluyor. Araştırmacıların ellerinde fazla veri bulunmamakta fakat organik tarımın, endüstriyel olana göre, iklim değişikliklerine karşı alınan önlemler için daha iyi olduğunu düşünüyorlar.Bilim insanlarının çalışmaları, ekolojik tarımda daha düşük enerji kullanımı olduuğunu ve ürünlerin yetiştirilmesi sırasında, atmosfere zararlı etkisi olan azot protoksit maddesinin çıkışını engellediğini belirtti.(bu madde gübreli tarımda çıkıyor)
Bilindiği gibi organk tarım sadece meyve ve sebze üretiminde kullanılmıyor.Ayrıca et ürünleri, kümes hayvanları,yumurta, yağlar ve hatta kozmetik ürünlerin üretilmesindede kullanılıyor.Müşteriler bu ürünlerde iki katı fazla fiyat bile ödeyebiliyorlar. Özellikle organik yolla üretilen süt ve et en pahalı ürünler.Birçok ülkede organik yiycek sektörü en hızlı büyüyen alanı oluşturuyor.ABD'li tüketicilerin üçteikisi organik yiyecek satın alıyor.Bu ürünlerde dikkat edinilmesi gereken nokta;organik yiyecekler , botanik ortamda , kimyasal kullanılmadan yetiştirildiği için oksijen ya da güneş ışığına fazla maruz kaldığında kolayca bozulabiliyor.

http://www.cumhuriyet.com.tr/

16 Ocak 2009 Cuma

Art Nadel is missing

Florida money manager Art Nadel, who works for Sarasota-based Valhalla Management is missing, CNBC has learned.

Nadel's wife, Peg, confirmed he is missing but would not say for how long. She called it a "sad situation" and said she is cooperating with the police who were in her home at the time CNBC spoke with her. Separately, the Sarasota police confirm to CNBC they are in the early stages of a large-scale probe of a theft of invested assets. The police would not say if Mr. Nadel is a suspect in the theft or provide any other details about their investigation.
http://www.cnbc.com/id/28697726

Ankara'da savaş

Ankara'da sokakları savaş alanına çeviren beklenmedik bir olay yaşandı. ÖDP ve SDP'li bir grup gösterici, İsrail'in Gazze'de ki işgalini protesto etmek istedi ancak grup polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Göstericiler Meclis'e yürümek isteyince ortalık daha da karıştı ve kızılay savaş alanına döndü.

ABD'yle İsrail arasında anlaşma


İsrail'in Gazze Şeridi'nde saldırılara son vermesi halinde Hamas'ın yeniden silahlanamayacağına dair ABD'yle İsrail arasında anlaşma imzalanıyor.ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve ABD'yi ziyaret etmekte olan İsrailli meslektaşı Tzipi Livni bugün anlaşmaya imza koyacaklar. ABD Dışişleri Bakanlığı'yla İsrail büyükelçiliği, anlaşma imzalanmasının İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki saldırılarına son verilmesine yol açacağını bildirdi.

Anlaşma, Gazze Şeridi'ne silah kaçakçılığı ve Hamas'ın yeniden silahlanmasına karşı ilave önlemler alınacağına dair İsrail'i ikna etmeyi amaçlıyor. Diplomatlar, anlaşma metninin iki ülke arasında istihbarat alanında daha fazla iş birliğiyle ABD'nin, sınırların gözetlenmesi için teknik ve lojistik destek vermesini içerdiğini ifade ettiler.

Anlaşmanın, İsrail'in Mısır tarafından sunulan ateşkes planına göre Gazze'de sınırların açılması konusundaki endişelerini gidereceği kaydedildi.

İHA
http://www.sonhaberler.com/haber.php?haber_id=11017

3 Ocak 2009 Cumartesi

özgürlük... demokrasi...

Hürriyet gazetesinin internet sitesinden, güncel haberlere bakıyorum ve bir an için nerede, hangi çağda yaşadığımı düşünüyorum. Yılbaşında doğalgaz zehirlenmesinden yedi genç öldü ve Başkent Doğalgaz A.Ş Genel Müdürü Veysel Karani Demir adlı şahıs istifa ederek açıklama yapıyor "Gençler evde yarı çıplak bulundu ... Daha fazla yorum yapamayacağım cuma namazına gidiyorum..." Arkasından vakit gazetesinde, ölen gençlerle ilgili haberi okudum, resmen, oh iyi olmuş allah içki içeni, namussuzca davrananı böyle cezalandırır, iyi olmuş ölmelerine şeklinde bir haber yapmış. Bu gazete ile aynı düşünceye sahip kişiler 2008 yazında kaçak kuran kursunda ölen onca çocuk içinde allah katında cennete eriştiler yorumunu yapmışlardı. Daha bitmedi, Hürriyet'in diğer bir haberinde Mhp'li bir milletvekili eurovision için Hadise'yi seçenleri günaha girdikleri konusunda uyarıyor. Başka bir gün içki içtiler diye öldürülen gençleri görüyoruz. Sorun sadece bunlar değil tabii ki , sorun Akp'nin ülkeyi her açıdan kuşatmış olması ve kendi ideolojisini sorgusuz bir şekilde herkese dayatmasıdır. Birde Türkiye'nin diğer gelişmiş ülkelerin sömürgesi durumunda olduğu gerçeği var. Sevgili demokratik, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları..
Herkes birşeyleri biliyor, herkes birşeylerden şikayetçi, herkes herşeyin farkında olduğunu söylüyor. Bende bu duygular içindeyim ama gelecek için gerçekten korkuyorum. Bence bu şekilde devam ederse ileride Türkiye diye bir yer olmayacak o zaman ne için şikayet edeceğiz acaba.
Bende bir gariplik mi var? çok mu panik yapıyorum?

28 Aralık 2008 Pazar

Google kuşağı neden sandığı kadar zeki değil?


Cumhuriyet gazetesi - Pazar eki
Stooooopid...
Cumhuriyet'te çeviri-derleme yaptığım çok güzel bir bir yazı.
"Distracted from distraction by distraction..." :)

20/07/08 The Sunday Times Culture International
Dijital çağ, konsantrasyon yeteneğimizi bozarak bizi yok ediyor, Times gazetesinden yazar, BRYAN APPLEYARD uyarıyor.

Çarşamba günü 72 tane e-posta aldım, bunlardan sadece iki tanesi yazı içeren mesajdı. Onlarca telefon konuşmasını saymazsam sakin bir gün sayılırdı. Wakefield’e gitmekte olduğum tren yolculuğundaki zamansız ve kulakları sağır eden anonsları da saymıyorum. Ayrıca yolculuğum sırasında insanların telefonlarıyla bağırarak konuşmalarını ve terbiye edilmemiş şımarık çocukların bağırışmalarını da saymak istemiyorum. İronik bir şekilde, yolculuğum esnasında Maggie Jackson’ın “Distracted” adlı kitabını okumaya çalışıyordum. Trenin içerisinde yine bir izdiham yaşandı. Kendimi tam olarak TS Eliot’ın modern çağımızla ilgili yazdığı denemesinin içinde buldum: “dikkat dağıtıcı şeyler yüzünden,dikkati dağıtılarak, dikkati dağıtılmış olan.” Bu sizlere çok standart, komik ve modern hayatımızın içinde olan birşeymiş gibi görünebilir. Fakat bence insanoğlu, teknoloji ile kendi kendini taciz ediyor. Bu yüzden hepimizin dikkati dağılıyor, hepimiz engelleniyoruz. Ne kadar da budalayız! Fakat dikkatli dinleyin bu olay beni de sizi de öldürüyor. David Meyer, Michigan Üniversite’sinde psikoloji profesörü. 1995 yılında profesörün oğlu, dikkati dağılmış bir durumda kırmızı ışıkta geçen bir sürücü tarafından öldürüldü. Meyer’in uzmanlık alanı “dikkat” konusuydu. Yani birçok şey yerine tek bir konu üzerinde nasıl yoğunlaşmamız gerektiği. Dikkat insan bilincinin gizeminde altın bir anahtardır; o birgün bize, kafamızda dünyayı nasıl yarattığımızı söyleyebilir. Sorun ne olursa olsun ona dikkatli bir şekilde yaklaşmamız, bizim nasıl yaşadığımızın ve kendimizi nasıl tanımladığımızın bir göstergesidir. Dikkatin tam tersi dalgınlıktır, bu doğal olmayan bir durumdur ve Profesör Meyer’in 1995’te keşfettiği gibi öldürebilir. O şu anda bu durumun kronik bir hale dönüştüğünü söylüyor. Uzun vadeli dikkat eksikliğinin sigara içmek kadar tehlikeli olduğunu düşünüyor. Aslında aynı anda birden çok iş yapmaya çalışmakla ilgili büyük bir efsane var. Profesör Meyer , hiçbir insanın etkili bir şekilde hem e-posta yazıp hem de telefonla konuşamayacağını söylüyor. İnsan her iki aktivite sırasında da dil yeteneğini kullanır ve beyindeki dil kanalları bunun üstesinden gelemez. Birden fazla aktiviteyi aynı anda yapan insanlar, dikatlerini hızlı bir şekilde bir yerden başka bir yere çekerek kendilerini kandırıyorlar. Sonuçta ürettikleri şeyler kaliteli olmuyor. Aynı şey, araba kullanırken aynı zamanda cep telefonuyla konuştuğumuzda da olur. Elleri serbest bırakan özel araç telefonu kullanmanızda bir şeyi değiştirmez. Telefonda bir dil dinliyorsunuz ve böylelikle trafik işaretlerinin diline dikkat edemiyorsunuz. En kötüsü, telefonda konuştuğunuz kişi size görsel birşeyler tanımlıyorsa, siz bunu hayal ederken, beyninizdeki görsel kanal tıkanıyor ve yol ile ilgili tüm dikkatinizi yitirmeye başlıyorsunuz .Sonucunda dikkat dağınıklığı sizi ya da başkalarını öldürüyor. Hepimizin şu anda ciddi sıkıntı çektiği “kronik dikkat dağınıklığı” ise bizleri daha yavaş öldürüyor. Profesör Meyer kendi işinin bir parçası olarak gördüğü için, insanoğlunun yaratmakta olduğu “dikkati dağıtılmış dünya” ile ilgili tehlikeler hakkında mümkün olduğunca çok insanı uyarmaya çalışıyor. Bu konuyla ilgili olarak özellikle Amerika’dan sesler yükseliyor. A.B.D. ’li bir yazar kitabında 21. yüzyılı “yeni kara çağ” olarak görüyor ve insanla makinanın güvensiz birleşmesini anlatıyor. Emor Üniversite’sinde profesör olan Mark Bauerlein “en aptal kuşak” adlı kitabında, Amerikalı gençleri eleştiriyor. Borlein kitabında açık bir şekilde, bir kitabı okumak için bile konsatrasyon kabiliyetine sahip olmayan gençleri betimliyor. Atlantic Magazine dergisindeki etkileyici yazısında, Nicholas Carr soruyor “Google bizi aptallaştırıyor mu?” Yazar günümüzde, derin konulu bir kitap ya da uzun bir başlık okumanın ciddi uğraş gerektirdiğini söylüyor. Ayrıca gelecek jenerasyonun büyük bir üzüntü içinde olmayacağını çünkü ne kaybettiğini bilmeyeceğini belirtiyor. İronik bir şekilde, Microsoft, Google, IBM, Intel gibi büyük dikkat dağıtıcı şirketler bu konuyla ilgili önlemler almaya çalışıyorlar. İnsanlar bizim dikkatimizi dağıtan şeylerden büyük paralar kazanırken bu önlemler hiçbir işe yaramayacak. Peki ne yapabiliriz? Dikkat dağıtıcıların gençleri daha fazla olumsuz yönde etkilemesi engellenebilir. Bu konuda televizyon ilk suçludur. Testler açıkça gösteriyor ki: televizyon çocuklar ve ailelleri arasındaki iletişimin kopmasına neden oluyor. İnternet ise bu etkiyi bin katına çıkartıyor. Baurlein 49 yaşında. Çocukken Vietnam Savaşı’nı televizyondan, o dönemin en önemli haber kanalından öğrendiğini söylüyor. Şu anda, çocuklar okuldan eve geldiklerinde, bilgisayarlarını açarak kendi kozalarına çekiliyorlar. Onlar internet ile bilginin içine değil, dedikodu ve sosyal arkadaşlık sitelerinin içine dalıyorlar.
Maalesef bu durum Bill Gates ve Google’ın hayalini kurdukları bilgilendirici cennet değil. Bugün gençlerin %90’ı interneti sadece arkadaşlık sitelerinde “takılmak” için kullanıyor. Aslında onlar büyümüyorlar. Onlar, şu anda bizi biz yapan kültürel ve toplumsal miraslarımızı öğrenmeyi reddediyorlar. Facebook ya da My Space’e katılarak birdenbire onlarca “arkadaşınız“oluyor. Gerçekte ise tabii ki olmuyor. Bu şekilde yetişen çocuklar gerçek hayattaki aşk, sevgi, arkadaşlık gibi kavramları gereksiz, anlamsız ve saçma buluyorlar. Bazı ebeveynler 10 yaşındaki çocuklarının bilgisayarı tamir ettiklerini söylüyorlar. Fakat bu doğru değil. Çalışmalar gösteriyor ki, orta yaşlı insanlar bilgisayarlara çocuklardan daha iyi uyum sağlıyorlar. Bunun nedeni aynı anda birden fazla işi yapmaya çalışan insanlar gibi bu çocukların da yaptıkları işi üstünkörü bir şekilde, çabukça halletmeye çalışmalarından kaynaklanıyor. Birçok kişiden duyuyorum, bunlardan bir tanesi Savaş ve Barış kitabını okuyamamaktan yakınıyor. Kitap okuma alışkanlığını tamamen kaybettiğini söylüyor. İnternette bir yazı okurken bile birkaç paragraftan sonra sıkıldığını belirtiyor. Bilgisayar bizleri eğitmek için değil, bilgi denizinde yüzmek yerine boğulmamızı sağlamak için hizmet veriyor. Gençlerin bu durumu demokrasiyi risk altına sokuyor. Demokrasi öyle bir yönetim şeklidir ki yurttaşlarına ağır bir sorumluluk yükler. Fakat eğer bu yurttaşlar Paris’in İngiltere’de olduğunu düşünüyor ya da haritada Irak’ın yerini bulamıyorlarsa onlardan bu ağır yükü omuzlarında taşımaları nasıl beklenebilinir. Sorunun sebebi, bu insanların dünyasının, sadece internetteki arkadaşlık sitelerinden oluşmasıdır. Bütün bunlar ahlaki açıdan bir panik ortamı yaratıyor olabilir. Fakat insanların çok dikkatli olmaları gerekiyor. Her gün şirketler, enstitüler yada marketler bizlere dikkat ve konsantrasyon dağıtıcı, anlamdan yoksun olan aletler satıyorlar. Ve satmaya devam edecekler.
Trende, dikkat dağıtıcı, yeni 3G iPhone telefonum ile, dikkat dağıtıcı şeyler yüzünden, dikkati dağıtılarak, dikkati dağılmış birşekilde Wakefield’e doğru yol alıyorum, sadece geleceğe dair korkumu gördüm.

http://www.cumhuriyet.com.tr/

Yazının orjinal metni:
http://technology.timesonline.co.uk/tol/news/tech_and_web/the_web/article4362950.ece

1970’de geleceği gören adam ve “Arcosanti” kenti

Cumhuriyet gazetesi çeviri servisinde hazırladığım yazıdan
25/08/08 Guardian – Summer Fete - by Steve Rose

İtalyan mimar Paolo Solari, 1970lerde Arizona çölünün ortasında dünyanın ilk ekolojik kentinin tasarımını yaparak bir kentin dışarıya gereksinim olmadan, kendi kendine yetebileceğini ortaya koydu.
Bir şehir hayal edin, girişinde sizi rüzgar çanlarının sesleri karşılıyor.Bu yerleşim yerinde büyük şehirlerde alıştığımız yüksek binalar yerine, küçük ve betondan yapılmış ilginç yapılar, büyük açık mahzenler, rengarenk yarı açık çatılar, amfitiyatro, yamaca gömülü küçük evler ve yemyeşil bir manzara bulunuyor. Sağlıklı görünen, her yaştan insan bu yapıların arasında dolaşıyor. Burası düşündüğünüz, tipik amerikan yerleşim yeri değil. Aslında burası dünyanın hiçbiryerinde karşınıza çıkabilicek bir yerleşim yeri değil.Ayrıca burada araba ya da cadde de yok. Herşey, birbirine patikalarla bağlı ve yürüme mesafesinde bulunmakta. Bunların yanında alışveriş merkezi, reklam panosu ve ya izinsiz bir şekilde hayatımıza giren hiçbir ticari ürün yok. Eğer isterseniz burada, meyve ve sebzelerinizi evinizin altındaki serada yetiştirebilir ve enerji kaynaklarını kendisi üreten evlerde yaşayabilirsiniz. Burası Arizona çölüne kurulmuş “Arcosanti” adlı çevre dostu kasaba. İleri görüşlü mimar Paolo Soleri ve karısı 1956 yılında Arizona’ya gelerek Cosanti Vakfını kurdular ve Soleri 38 yıl önce, geleceği düşünerek alışılmışın dışında, ekolojik bir kent planı dizayn etti. O, mimari(architecture) ve ekoloji kelimelerini birleştirerek “arkoloji” adlı kavramı yarattı ve arkolojiyi kentsel yaşama uyguladı. Bu şekilde, yoğun, küçük, verimli, arabasız ve düşük enerjiye sahip yerleşim alanları ortaya çıkardı. Soleri 70lerde dünyanın heryerinden yüzlerce gönüllü öğrenci ile Arcosanti’yi inşa etti. Bu projede tasarlanan yerleşim alanı, ekoloji ile kent kavramlarını en iyi şekilde birleştirmiş, 5000 kişiye yaşam alanı oluşturmayı planlayan ilk örneği oluşturuyor. Şuanda kentin sadece %5 lik bölümü tamamlanmıs durumda ve eğer bitmiş olsaydı, kent kendi elektriğini üretiyor, kendine ait su kaynakları bulunuyor ve atık sularını değerlendiriyor durumda olacaktı. Arcosanti bir kent labaratuvarı olarak görülüyor. Öğrenciler hala düzenli olarak burada çalışmak için geliyorlar fakat onlar bu çalışmayı, hayat tarzlarını değiştirecek bir deneyden ziyade beş haftalık bir iş tecrübesi olarak görüyorlar. Ünlü yönetmen George Lucas, Yıldız Savaşları filminin yapımında Arcosanti’den ilham almış ama ne yazık ki yeterli gelirin sağlanamaması ekolojik kentin bitirilmesini engelliyor. Proje, bireysel ve özel şirket bağışlarıyla gelen para sayesinde devam ediyor. Aslında Solari, adeta yeni bir dünya yaratmak istediği için, para herzaman projeye meydan okuyan bir zorluk oluşturuyor. Ona göre uygarlık için stratejimiz, varolan üzerinde yenilik yapmaktansa, olanı yeniden düzenlemek olmalı çünki günümüzde materyalizm ve yeşil birbirinin karşıtı iki olguyu oluşturmaktadır. Solari Arcosanti’nin bitirilemeyişini kendisi için bir engelleme olarak görmüyor, o bu durumu, felaketle sonuçlanacak bir geleceğin, milyarlarca insan üzerindeki engellemesi olarak görüyor. Solari, Arcosantiye başladığında 50 yaşındaydı, şuanda ise 89 yaşında hala dinamik ve istekli gözüküyor. O projenin bitmiş halini göremeyeceğini biliyor. Ölümünden sonra Arcosanti Vakfı’nın kararıyla, proje ya tamamlanacak ya da üniversite ve ya mimarlıkla ilgili bir kurumun denetimine verilecek. Ekolojik kent çeşitli nedenlerden dolayı, tasarlanmış projesinin uzağında çok yavaşça ilerliyor fakat belirtilmeli ki Arcosanti şu anda tam bir sanat ve kültür merkezi durumunda.Burada her ay farklı bir etkinlik gerçekleştiriliyor. Klasik müzik oda orkestrası, tiyatro, bale, modern dans, sanat galerileri, canlı performanslar, resitaller ve festivaller bu etkinliklerden bazıları. Proje hakkında, insanları bilgilendirmek için, özel ve ya günlük turlarda düzenleniyor. Ayrıca bu gerçekötesi kenti daha fazla keşfetmek isterseniz, evleri, gecelik ya da haftalık kiralayarak otel gibi kullanabiliyorsunuz.

http://www.cumhuriyet.com.tr/

21 Aralık 2008 Pazar

Gündelik eşyalarımızın atılma zamanları

Cumhuriyet gazetesi çeviri servisinde hazırladığım yazıdan
01/08/08 La Repubblica - by Irene Maria Scalice

Farkında olmasakta hergün kullandığımız yatak, diş fırçası, klima gibi eşyaların bir ömrü var ve bu eşyalar bir süre sonra etkilerini kaybettikleri için insan sağlığını tehdit ediyorlar. Herkesin bildiği gibi diş fırçası sıklıkla değiştirilmelidir fakat Amerika Diş Derneği uzmanlarına göre bu sürenin en fazla üç ay olması gerekiyor. Aksi taktirde diş etlerinde bakteri oluşumu ve dişlerin çürümesine yol açıyor. Yatakların en az dokuz, en fazla on yıl kullanılması gerekiyor. Bu süre dolduğunda yatağın üzeri ve içi, bakteri ve akarlar için çok elverişli olarak, insan sağlığına zara veriyor. Yastıklardada aynı türde bakterilerin birikmesi yanında, kötü koku ve alerji riskinden dolayı her yıl değiştirilmesi gerekiyor.
Göz doktorlarına göre gözlerde enfeksiyon ve mikrop oluşmaması için kontak lens solüsyonlarının açıldıktan üç ay sonra kullanılmaması gerekiyor. Ayrıca kozmetik ürünlerden rimel ve goz kalemi altı ay, fondaten, ruj ve sıvı ürünler iki yıldan fazla kullanılmamalı. Güzellik kremleri ise bir yıllık ömre sahip, uzun süreli kullanımında kremlerin içindeki maddeler bozulmaya uğrayarak cilde zarar veriyorlar. İçinde ilaç barındıran tedavi amaçlı şampuanlar üç yildan fazla kullanılmamalı. Uzmanlara göre saf alkol her zaman kullanılabilinir. Aynı şekilde sebze doğrama tahtasınıda hiçbir zaman atmanıza gerek yok. Sadece belli sürelerle sıcak su ve deterjan ile temizlenmesi yeterli.
Klima: 15 sene. İçersindeki filtrelerin 6 ayda bir temizlenmesi gerekiyor.
Yangın söndürücüsü: 10 sene. Uzun süreli kullanımında basınç ve etkisini kaybediyor.
Beslenmeyi destekleyici vitaminler: 2-3 sene

http://www.cumhuriyet.com.tr/

18 Aralık 2008 Perşembe

İtalya’da uyuşturucu alarmı

Cumhuriyet gazetesi çeviri servisinde hazırladığım yazıdan
21/07/08 La Republica gazetesi

İtalyan yetkililer, son yıllarda ekstazi kullanımında, kokain ve eroine oranla ciddi bir artış olduğunu belirttiler. Artışın nedeni, ekstazinin diğer uyuşturuculara göre ucuz olması, sinir sistemini hızlı bir şekilde etkilemesi ve gençlerin bu uyuşturucunun zararsız olduğunu düşünmeleri olarak belirtildi. İtalyan psikiyatr ve sosyolog Pietro Charmet, gençlerin ergenlik dönemlerinde kendilerini güvensiz, kırılgan ve asosyal gördükleri için sahip olamadıkları cesareti uyuşturucu kullanarak sağladıklarını belirterek “Gençler ecstasy kullanarak utangaçlık duygusundan kurtuluyorlar. Böylelikle daha dayanıklı, enerjik, sosyal ve uyanık oluyorlar. Onlar için ecstasy bir tür psikolojik doping. Ayrıca fiziksel olarakta daha dayanıklı olmalarını sağlıyor. Örneğin, bir partide ecstasy alan bir genç bütün gece dans ederek, diğer gençler gibi enerjik kalabiliyor. Bu konuda gençler uyuşturucu maddelerin zararları hakkında daha çok bilgilendirilmeliler ayrıca ailelerinde bilinçli olmaları ve çocuklarıyla daha fazla iletişim kurmaları gerekiyor" şeklinde ifade ederek şu verileri söyledi:
-Ekstazi ilk olarak 1912 yılında zayıflama ilacı olarak kullanıldı.
-İtalya’da 1988 yılında ağır uyuşturucular sınıfına dahil edildi. (kokain ve eroin ile)
-Ekstazi kullanımı sinir sistemini etkileyerek, algılamada yanıltma, iştah azalması ve vücut ısısının artışına neden oluyor.
-Ayrıca, işitme, tat alma, algılama, refleksler, sosyal ve seksüel ilişkilerde ciddi bozulmalara neden oluyor.
-Ecstasy Belçika ve Hollanda'da yılda 480 ton üretiliyor.
-Avrupa’da tanesi ortalama 18 euroya satılıyor.
-15-25 yaşları arasındaki gençler maksimum risk altındalar.

http://www.cumhuriyet.com.tr/